Quantcast
Channel: Forum Gazetesi» Prof. Dr. İhsan Isık
Viewing all articles
Browse latest Browse all 12

Yâ Râb Bu Uğursuz Gecenin Yok mu Sabâhı?

0
0

Ihsan-IsikKimsenin kılı kıpırdamıyor. Kimse ne oluyoruz demiyor? Her şey gözler önünde halbuki. Anında acı haber her evin ortasına düşüyor. Ancak, kalpler taş kesilmiş. İnsan bazen, acaba ölen müslüman, tar-u mar olan müslüman beldeleri de o yüzden mi bu nasırlı yürekler diyor. Müslümanların başı bu kadar mı büyük? Nedir bu müslüman düşmanlığı? Müslümanlar Yahudileştirilmeye mi çalışılıyor? Her tarafta müslüman avına mı çıkılacak? Nedir gariban müslümanlardan istediğiniz? Nedir bu hınç? Müslümanların ayakta duracak hali yok, bütün dünyanın sorunları müslümanlardan biliniyor. Sanırım sorun başka yerde. Müslümanlar dünyanın yanlış bölgesinde ikamet ediyorlar. Dünyanın servetine hakim olanların “yavru vatanlarına” komşulukları en büyük suçları. Diğer suçları da petrol kuyularının üzerlerinde oturmaları. Petrol yakında kurusa da, müslümanların komşu cefası hep sürecek gibi!

Aslında müslümana zulmeden yine başka bir müslüman. Yapmadı müslümana bu zulmü, “gavur”! Müslümanları aziz mübarek Ramazan ayında meydanlarda tavuk gibi boğazlayan kişinin adı Abdulfettah El-Sisi; masum, günahsız müslüman sabileri fare zehirler gibi gaza boğan zalimin adı ise Beşar Esed! Batı bu toprakları işgal ettiğinde belki bu kadar gaddar değildi. Köleler efendilerden daha zalim! Bu müsveddelere kim dur diyecek? İşte bu yüzden, güç lazım, işte bu yüzden güç doğru insan ve ülkelerin elinde olması lazım. Şu an dünyada bu zulümlere erkekçe ve dim dik duran tek ülke Türkiye. O da eli kolu, bedeni çizikler içinde. İçeride bir kaşık suda kopartılan suni hengame Türkiye’nin kimyasını bozmuş durumda. Türkiye yaralı. Hem de yaraları inceden inceye kanıyor.

Müslümanlara tek hamilik yapabilecek Türkiye şu an dizginlenmiş durumda. Zulmü görüyor, kıvranıyor, ama elinden çok şey gelmiyor. Başbakanı ekranlarda Mısır’da sehit edilen bir kızın babasıyla özdeşleşiyor, göz yaşlarını koy veriyor, Dışişleri Bakanı bir vicdan sahibi muhatap bulur muyum diye Avrupa başkentlerini nafile turluyor. Hey Al-i Osman’ın torunları! Fatih’in İstanbul önlerine gelmesi 150 yıl aldı.

Devletin dünyaya nizam vermesi için muhteşem yüzyıla ulaşmak gerekti. Fransa kralına kul gibi davranmak, eman vermek için üç kıtaya hükmetmek elzemdi. Dedelerimiz gibi asırlarca çalışmadan, ter dökmeden, icat etmeden, dostlar edinmeden, içeride kemik gibi dirlik ve birlik tesis etmeden, bir günde dünyayı değiştirmemiz mümkün değil. Malesef, Türkiye dünyanın ceberrutlarından yılmış tüm yığınlar için erken yaşta umut oldu.

Türkiye zaptu rapt altına alınınca müslümanların döneceği yer de kalmadı. Amerika krizden dolayı bölgeyi boşlamış durumda. Avrupa her zamanki hin Avrupa. Asya dersen bizim buralara Asya’lı.

Peki Ortadoğu’da yangın nasıl sönecek, biçareler nasıl felah bulacak? Sanki tekrar başa döndük. Batı tüm dünyayı Amerika’dan Asya’ya sömürgeye dönüştürürken, dünyada iki yer yüzlerce yıl selametteydi: Osmanlı şemsiyesi altındaki topraklar ve Fransızlar ve İngilizler arasında tampon bırakılan Tayland. Ne zaman ki, Osmanlıyı içeriden çökerttiler, bu topraklara nihayet hakim oldular. Şimdi de birazcık kıpırdanan Türkiye içeriden terbiye edildi, dişi tırnağı tırpalandı.

İnsan bu ortamda merhum Mehmet Akif’in bir zamanlar içine düştüğü derin umutsuzluk hislerine kapılıyor. Akif tüm İslam topraklarının tek tek işgal edildiğini gözlemledikçe, hatta ehl-i salibin Bursa kapılarına dayandığı haberi gelince ormanlar seyranı Bülbül’le kapışıyor, alemlerin sahibi Yaradan’ıyla “hesaplaşıyor”. Her gün bir vatan toprağını kaybetmek, onun adeta kolunu, kanadını, yüreğini kırıyor. Bir gün ormanda acı acı inleyen Bülbül’e sert çıkışıyor:

Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?
0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
Değil bir kayda, sığmazsın – kanadlandım mı – eb’âda;
Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,
Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil… Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!
Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;
Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!
Ne husrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem…
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Prof. Dr. İhsan Işık
Rowan Üniversitesi Öğretim Üyesi & Amerikan Türk Ticaret Odası (ATCOM) Başkanı

The post Yâ Râb Bu Uğursuz Gecenin Yok mu Sabâhı? appeared first on Forum Gazetesi.


Viewing all articles
Browse latest Browse all 12

Latest Images

Trending Articles





Latest Images